Üretim Kentleri
Dünyanın Merkezi Türkiye’dir
Dünyanın merkezi Türkiye’dir. BU BÖLGE ORTADOĞU DEĞİLDİR BURASI MERKEZ DÜNYADIR. Dolayısıyla mantıken hem sanayi ürünlerinin, hem de tarım ürünlerinin üreticisi Türkiye olmalıdır. Üretilen tüm ürünler dünyanın merkezi olan bu coğrafyadan dağılmalıdır.
Küreselcilerin, Çin’in, İngiltere’nin çok hevesli olduğu bir yol bir kuşak projesinin ana hattı olan tren yolu Kars, Erzincan, Sivas, Kırıkkale, Ankara, Eskişehir, İstanbul üzerinden geçmektedir. Kırıkkale’nin batısındaki bölge endüstriyel olarak çok yoğun bir bölgedir. Kırıkkale’nin doğusundaki bölge ise hem çorak hem de boş bir bölgedir. Ancak bu bölgede su var, karayolu var, doğalgaz hattı var, yüksek gerilim hatları var, kuzeyini güneyine doğusuna batısına eşit mesafede ve çok uygun yolları var, güvenli bir bölge, tarım arazisi değil, bol miktarda işsiz insanımız var ve burayı değerli kılan bu demiryolu bu bölgeden geçiyor. Bizim bu Bir Yol Bir Kuşak projesi çerçevesinde Londra ile Pekin’e bağlayan demiryolu hattını çok iyi değerlendirmemiz lazım, hem Pekin’e Çin’e Pakistan’a, Hindistan’a, Türk Cumhuriyetlerine hem de Avrupa’ya ihtiyaç duydukları ürünü bizim üretmemiz ve göndermemiz lazım. Bu proje çerçevesinde projeyi hayata geçirmek isteyenler Türkiye’yi bir lojistik merkezi olarak kullanmak istiyorlar biz buna razı değiliz. Türkiye üretim merkezi olmalıdır.
Bu amaçla biraz önce bahsettiğimiz bu boş arazilerde yeni üretim kentleri kuracağız, bu kentlerde ihtisas üretimler yapılacak, bizim şehirlerimizin Kırıkkale hariç hemen hepsi eski şehirlerdir. Dolayısıyla zaman içerisinde gelişmiş verimli olmayan bir yapısı vardır. Ulaşım, barınma, okul, alışveriş, enerji kullanımı, sosyalleşme, gibi her bir başlık kendi içerisinde bir takım sorunları taşır. İnsanımız bu sorunları ya da zorlukları aşmak zorunda kalır. İyi bir konutta oturmak için şehrin dışından şehrin içine gitmek, ya da alışveriş için birtakım vasıtalarla elinde eşyalarla seyahat etmek durumunda kalır. Kırıkkale Cumhuriyet döneminde kurulan bir şehir olmasına rağmen düzensiz gelişme burada da benzer sorunları ortaya çıkarmıştır. Ancak Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve TÜPRAŞ tesislerinin yapılanmaları küçük de olsa güzel bir model teşkil etmiştir.
Akıllı Şehirler
Akıllı şehirlerin gündeme geldiği bu çağda, üretim tesislerinin, tedarikçilerinin, çalışan konutlarının, sinema, tiyatro salonu, mesire yerleri, kütüphaneler, gibi sosyal alanların, alışveriş merkezlerinin, diğer ticari alanların uygun şekilde, tasarlandığı ve tesis edildiği bir kent tasarımıyla üretim kentleri inşa etmeliyiz. Çalışanlara ucuz, kaliteli, konforlu, her türlü ihtiyacını ne rahatlıkla görebildiği, çocuklarının eğitimini kolaylıkla sağlayabildiği, sağlık hizmetini rahatlıkla alabildiği, her türlü sosyal ihtiyacını karşılayabileceği keyifli bir şehir oluşturmalıyız.
Hâlihazırda bulunan şehirlerin önümüzdeki yıllarda insanlarımızın ihtiyaçlarına yeterince karşılık vermediği için yenilenmesi gerektiğini ve hatta burada bahsettiğimiz gibi yeni şehirlerin kurulacağını göreceğiz. Nüfusun hızla artmasına bağlı barınma, eğlence, ulaşım sorunları, enerji fiyatlarının yükselmesi bunun en büyük nedeni olacaktır. Ancak bu belki 30 Belki 50 sene sonra olacaktır, ama mutlaka olacaktır.
Üretim Şehirlerin de Ne Tür Ürünler Üretilecek?
Bu yatırım sanayi ürünleri değil çeşitli gıdalar da üretilecek ve dağıtılacaktır. Tahıl, bakliyat, kurutulmuş gıdalar, konserve, işlenmiş gıdalar (pastırma, sucuk, sosis, tarhana, bulgur, sandviç, bisküvi vs) öncelikli olacaktır.
Hayvancılıkta bahsedeceğimiz yöntemle Türkiye büyük bir hayvancılık merkezi haline gelecek dünyanın peynir üretim merkezi yine Türkiye olacaktır. Yerli peynir çeşitlerinin yanında dünyada talep gören her türlü peynir yine Anadolu topraklarında üretilecek ve dünyaya dağıtılacaktır.
Üretim Kentlerinde İş Gücü Mülteciler ve Merkez Dünyada Sefil Olan Tüm İnsanlar Olacaktır
Üretim kentlerinin inşasında ve üretiminde Türkiye’de mülteci olarak bulunan kimseleri değerlendirmemiz lazım. Bu insanların Türkiye’deki bütün şehirlerde en ücra mahallelere kadar girmesi büyük rahatsızlık yaratmaktadır. Önümüzdeki süreçte bugün -küçük sinyallerini veren- büyük çatışmaların yaşanması kaçınılmaz olabilir. Biz ülkemizin bir çatışma ortamına girmesini istemiyoruz. Kimseyle boğaz boğaza gelip savaşmak kan dökmek istemiyoruz. Bizi ayağa kaldırılırsa neler yapabileceğimizi Yüzyıllar boyunca gördüler. Bunu yapanlar şunu unutmasın 1938’den bu yana bir filmin arkasına saklanıp bizlere cambaza bak seyrettirdiler ancak bilgi çağında bugün 250 yıldır bu topraklarda çevirdikleri filmi kare kare biliyoruz. Bu filmde kim aktör, kim figüran, kim yancı, kim çaycı onu da biliyoruz. Biz Türkleri ayağa kaldırılırsa hepsinin hesabını eline verir, defterini düreriz. Şu anda sükûnetle kendileri tarafından belirlenen kuralların uygulanmasını bekliyoruz. Oyun oynanırken kural değiştirilmez diyenler 193 defa Kural değiştirdiler. Bunları görüyoruz. Sabırla bekliyoruz. Yaptıklarına karşı hiçbir tepkinin olmayacağını, yaptıklarının kabul göreceğini yanlarına kadar kalacağını kimse düşünmesin. Hatta hayal bile etmesin.
Kıyamet Günü Yaklaşıyor
Şunu da ifade etmek lazım kıyamet günü ben bilmiyordum, duymadım, yanlış anladım, beni affedin, çoluğumu çocuğumu affedin gibi bahaneler elbette bir anlam ifade etmez. Bunu herkes bilir.
Mülteciler Hakkında Ne Gibi Anlaşmalar Yapıldı Bilmiyoruz
Neyse üretim kentlerine ve mültecilere dönelim. Bugün mültecilere kişi başı bir bedel ödendiğini biliyoruz. Bunun ne kadar olduğunu ise tam bilemiyoruz. Ödenen para milletin vergilerinden mi, yoksa Avrupa Birliği, Amerika vs gibi devletlerin desteğinden mi ödeniyor o da belli değil. Bunun dışında ne gibi anlaşmalar yapıldı, ne gibi sözler verildi bu da tarafımızdan bilinmiyor.
Bunları ancak devlet yönetiminde olmamız durumunda öğrenebiliriz. Dolayısıyla ben mültecileri kapıya koyacağım, hepsini ülkesine geri göndereceğim, hiçbirini burada bırakmayacağım gibi sözlerin gerçek dünyada pek karşılığı yok.
Bu insanları vicdani olarak da geri göndermek uygun olmayabilir. Burada yapılması gereken iş doğru plan ve proje ile üretim kentlerini bu insanların iş gücünü kullanarak hayata geçirmek, onları bu kentlerde istihdam etmek, bir araya getirmek ve ara mahallelerden şehirlerden çıkarmaktır.
Bu insanlar zaten maaş almaktadır, ciddi bir gelirleri vardır. Bu ülkede kalma bedeli olarak bu üretim kentlerinin inşasında ve kentlerdeki üretimde çalışmalıdırlar. O kentlerde kalmak istemezlerse, çalışmazlarsa o zaman ülkedeki şartları reddetmiş olduklarından istedikleri ülkeye gidebilirler.
Bu durum bizim bu coğrafyamızda birçok ülkenin aç sefil insanın buraya gelmesine de neden olabilir. Eğer boğaz tokluğuna çalışacaklarsa, ülkemizin, milletimizin gelirini artırmak üzere sadece hayatta kalmak ve karnını doyurmak için bu kentlerde çalışacaklarsa gelip onlar da çalışabilir.
Ancak bu çalışanlara vatandaşlık verilmez, burada kalacakları garantisi verilmez, kimlik kartı pasaport verilmez. Verilecek şey üç öğün yemek, yatacak yer ve iştir. Maalesef İslam coğrafyasında on binlerce insan bu fırsattan faydalanmak için gelebilir.
Bu Mesele de Ancak Stratejik Akılla Çözülür
Her zaman olduğu gibi yine stratejik akılla düşünmemiz gerektiğini ve projelerimizi bu akılla üretmemiz gerektiğini söylemek isterim. Bu tür girişimlerden korkmak anca korkakların işidir. Atatürk gibi cesur yürekler Bilakis risk alır, gerektiğinde İzmir’deki gemiyi göndermek için İngiliz’e posta koyar, gerekirse Hz Muhammed’in kabrini yıkmaya çalışan vahhabilere haddini bildirir. Geçmişte devlet kademelerinde görev alan basiretsiz, korkak kimseler yüzünden devletimiz bugün dağılma riski ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bu basiretsizler hem yanlış kararlar almış, hem vazifelerini hakkıyla yerine getirememiş, hem de kibirleri ile kimseyi de yanına yanaştırmamışlardır.
Devlet ve millet bugün kriz yaşıyorsa bunların müsebbibi onlardır. Umarım yaşayanları duyuyor, kabri gidenlerde orada azap çekiyorlardır. Ne biz ne de siz, gelecek kuşak Z kuşağı, açıkça söyleyelim hakkımızı onlara helal etmiyoruz. Atatürk’ün mirasına sahip çıkamadılar. Utanç ve azap içinde olmalılar.