Yüksek Öğrenim

Eğitim sisteminde bahsettiğimiz gibi klasik eğitim modelinden teknik ve teknolojik açıdan günün imkanlarına uygun “Modern Eğitim Modeline” geçmemiz gerekmektedir. Üniversitedeki öğretim üyesi arkadaşlarımız hala ellerindeki notları tahtaya yazarak, öğrenci arkadaşlarımıza not tutturarak ders işliyor. Bu hem büyük zaman kaybına, hem emek kaybına, hem de öğrenci arkadaşlarımızın dersten kopmasına neden oluyor.

Bugün sınıflarda projeksiyon, internet, bilgisayar gibi imkanlar varken, bu yöntemle hala verimsiz ders yapmanın mantıklı bir tarafı yoktur. Özellikle Mühendislik eğitiminde konunun  temel noktaları hazır materyaller üzerinden anlatıldıktan sonra, çeşitli videolar animasyonlar, ve problemler üzerinden  konunun iyice anlaşılması sağlanabilir. Bu durum aslında sadece ülkemizde değil birçok ülkede Hatta Avrupa ülkelerinde dahi henüz sağlanabilmiş değildir. Ancak Avrupa’da ya da Amerika’da henüz uygulanmıyor olması dünyada ilk bizim uygulamamızı engellemez bilakis biz onlara da örnek olmalıyız. Ancak burada Yüksek Öğretim Kurumu’nun ciddi bir dijital kütüphane ve materyal üretim merkezi oluşturması gerekmektedir. Bu materyaller belki birkaç sene içerisinde yoğun bir çalışma ile oluşturulacaktır ancak daha sonraki dönemlerde sadece birtakım eklemeler ya da yenilemeler ile devam edecektir. Eğitim öğretim modelini 10000 yıllık klasik  ezberci öğretim yönteminden daha interaktif, daha verimli,  modern öğretim yöntemine geçirmemiz gerekmektedir.

Günümüz insanı bugün çok çeşitli ve fazla bilgiye maruz kalmaktadır. Bu bilgilerin çok büyük bir kısmı da gazete sosyal medya ve televizyondan gelen gereksiz, kişiye faydası olmayan bilgilerdir. Ancak insan zihninde bu bilgiler ister istemez bir kalabalık oluşturmakta, dikkat dağınıklığı, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu hatta depresyon gibi etkiler ortaya çıkarmaktadır. Medya okuryazarlığı gibi derslerle her ne kadar farkındalık artırılmaya çalışırsa da dahi eğitim öğretim sisteminde bu durum göz önüne alınarak yeni eğitim öğretim modeli biçimlendirmek durumundadır.

Bugün üniversitedeki  derslerde şunu görüyoruz öğrenci arkadaşlarımız kaldıkları yerden hatta şehir dışından derse geliyorlar. Derste öğretim elemanı arkadaşlarımız konuyu anlatıyor ve öğrencilere soruyor; Anlaşılmayan bir yer var mı? Genelde pek soru sorulmuyor. Öğrencilere ne anlaşıldığı sorulduğunda ise maalesef hiçbir şey anlaşılmadığı görülüyor. Bu durum çok vahimdir. Öğrenci derse gelmiş dersi dinliyor görünüyor, hoca dersi anlatıyor ve öğrenci dersi anlamıyor.

Bir kimsenin anlatılanı anlaması için öncelikle o kişinin anlatılanı anlamak istemesi gerekir. Anlamak için kendini açmayan motive etmeyen bir kimseye bir şey anlatmak öğretmek mümkün değildir.  27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan Fulbright anlaşmasıyla Milli Eğitim milli bir kurum olmaktan uzaklaşmıştır. Bugüne kadar gelen tüm bakanlar ve bürokratlar akla ve mantığa uygun değil siyasi  çıkarlara uygun düzenlemeler yapmışlardır. Bunun kanıtı geldiğimiz noktadır. Müfredatta gereksiz birçok bilgi öğrencilere yüklenirken, öğrenmeyi öğrenme  yerine gereksiz bilgilerin ezberlenmesi üzerine, ve kaba tabirle  köprünün geçilmesi üzerine bir yapı meydana getirilmiştir. Talim ve Terbiye Kurulu maalesef bu milletin ihtiyaçlarına göre bir eğitim sistemi ve müfredatı meydana getirmemiştir. Eğitim sistemi bakanların ve bürokratların egolarını tatmin ettiği bir alan  olmuştur.

Üniversite yapılanmaların da bazı önemli düzenlemeler gerekiyor.  Örneğin tıp fakülteleri, sağlık bilimleri fakülteleri ve sağlık meslek yüksekokulları bir araya getirilerek ayrı bir üniversite olarak faaliyet göstermeleri gerekmektedir. Özellikle tıp fakülteleri mecburen çok kaynak tüketmekte dolayısıyla diğer fakültelerin istihkaklarını da  kullanmaktadır. Dolayısıyla diğer fakültelerde yapılacak çalışmaları da aksatmaktadır. Bu birimler ve tahsisatları ayrılırsa verimlilik genel olarak artırılacaktır.

Meslek yüksekokulları çok önemlidir. Çünkü üretimi gerçekleştirecek ara elemanlar bu okullarda yetiştirilir. Geçmişte sınavsız geçiş gibi bir garabet ile meslek yüksekokullarının saygınlığı ve konumu tahrip edilmiştir. Meslek yüksekokullarının  müfredatı ve eğitim tekniği hem Türkiye’de hem de dünyada ki ara eleman açığını kapatacak şekilde düzenlenmelidir.

Şunu hatırlatmakta fayda var, küreselleşmeye giden dünyada biz planlı programlı şekilde ve stratejik akılla  ortaya koyduğumuz hedeflere yürümemiz gerekir. Aksi takdirde bulunduğumuz bu sıkıntılı süreçten kurtulmamız asla mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla dünyadaki birçok ülke cenneti yaşarken çalışkan, akıllı, bilgili, bu ülkenin güzel insanları cehennemi yaşamaya devam edecektir. Buna rızamız yoktur. Biz hem bu dünyada cenneti hem öbür dünyada cenneti yaşayacak bir ülke inşa edeceğiz.

Sınıflardaki öğrenci sayısı fen ve sağlık bilimlerinde 20’den fazla olmamalıdır.

Son yıl staj uygulaması getirilmeli, öğrenciler üretim yerlerinde, fabrika imalathane sağlık kurumları vesaire  staj yapmalıdır. Tıpkı hukuk fakültesinden sonra avukatlık stajı yapmak gibi.

Bölümler altında ihtisaslaşma ya gidilmeli örneğin elektrik elektronik mühendisliği altında biyomedikal güç sistemleri, bilgisayar teknolojileri, yapay zeka uygulamaları, devre tasarımı ve üretimi gibi konularda uzmanlar yetiştirilmelidir.

Akademik özlük hakları geliştirilirken ekonomik olarak da durumu çok iyi hale getirmelidir. Bugün akademik personel doçentlik ve profesörlük kadrolarına atanmak için akademik çalışma yapmak da ve amaçları sadece kriter sağlamak olmaktadır. Dolayısıyla bilim adamları üretime tekniğe teknolojiye değil kriterleri hizmet etmektedir. Doçentlik şartları ağırlaştırılarak güya kalite yükseltilmeye çalışılırken bilim adamlarının üretimden, teknik ve teknoloji geliştirmekten koparıldığının farkına  varılmamıştır. Bugün bir bilim adamı kriterleri sağladığında tüm enerjisi tükenmekte ve memlekete katkı sağlayacak gücü kalmamaktadır.

Doçentlik  şartları içinde tanımlanan  uluslararası yayın yapma zorunluluğu ülkemizde yeterince uluslararası yayın yapan dergi olmadığı için özellikle Amerika ve İngiltere’de ki dergilere kaynak sağlamaktadır. Dolayısıyla finansman gücü olan şirketler, üniversiteler, bizim yaptığımız çalışmalardan istifade ederek daha çabuk ve gelişmiş teknolojik ürünler çıkartırken biz ise yaptığımız çalışmalara ancak raflarda yer bulabiliyoruz.

Bilim adamlarının çalışmaları değerlendirilirken aldıkları patentler ve bu patentler den üretilmiş ürünler hiç dikkate alınmamaktadır. Sadece tebliğ makale kitap yazarlığı üzerinden değerlendirilen çalışmalar dolayısıyla üretim ekonomisi uygulamak zorunda olan ülkemize hiçbir katkı sağlamamaktadır. Proje destekleri, proje puanları belirli oranda bir fayda sağlasa da diğer alanlardaki kolaylık projeleri olan ilgiyi düşük tutmaktadır. Bir proje en az 1 ya da 2 sene sürer bu süre içerisinde sıkı çalışan bir akademisyen 10 tane makale ve bildiri hazırlar dolayısıyla biraz önce söylediğim gibi bu bilim adamlarını sadece kadro için çalışmaya zorlar. Bu konu ile ilgili yapılması gereken şeyler tarafımızdan çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla  bir Türk dili hocası, bir tıpçı, bir kimyager, bir mühendis farklı kriterlerle, farklı bakış açılarıyla değerlendirilmek zorundadır. Siz bir Türk dili hocasıyla fen bilimleri, ya da sağlık bilimleri eğitimini öğretimini bilimsel çalışmalarda akademik yükselmelerini tasarlayamazsınız. Velev ki alınan kararlar ve yapılan uygulamalarla bulunduğumuz noktadan çok daha geriye düşürüldüğümüz ortadadır.

Daha önce hayal ettiğim gibi çağın ruhuna uygun öğretim materyalleri geliştirmek için YÖK bir merkez kurmalı sadece üniversiteliler değil tüm Türk milleti bu merkeze ulaşarak eğitim-öğretim materyallerinden istifade edebilmelidir. Yaşam boyu öğrenim günümüzün en önemli öğrenim alanlarından biri olmuştur, bu sadece halk eğitim merkezlerine bırakılmamalı bilgi isteyen herkese kolaylıkla ve ücretsiz olarak ulaştırılabilmelidir.

Üniversitelerdeki hem akademik hem de yardımcı personel kadroları artırılmalıdır. Üniversite Öğretim üyelerinin, akademik personelin, yardımcı personelin gelirim yükseltilmeli ve ekonomik kaygılardan kurtarılmalıdır.